Çelik Sektöründeki ‘İthalat’ Yatırımları Frenliyor
Veysel Yayan, OSTİM OSB YouTube kanalında Sektör Konuşuyor programının canlı yayın konuğu oldu. Korhan Gümüştekin’in sorularını yanıtlayan Yayan, Türk çelikçilerinin ithalat artışı karşısında tedirgin olduğuna işaret etti.
Uygulanan korumacılığın da sektör üzerinde baskı oluşturduğunu bildiren Yayan, “Özellikle son iki yılda Başkan Trump’ın ilk önce yüzde 25, artı bir yüzde 25 daha Türkiye’nin ihracatına vergi getirmesi, daha sonra Avrupa Birliği’nin vergi getirmesi ve Başkan Trump’ın Türk ekonomisine yönelttiği tehditleri kademeli bir şekilde uygulamaya koymasının getirdiği ekonomideki daralmalar, bütün bunlar üst üste gelince 33 milyon tona kadar çıkan tüketimimiz 25 milyon ton seviyelerine kadar geriledi. Bu durum otomatik olarak üretime de yansıdı, çünkü aynı zamanda ihracatta da bir daralma, ithalatta ise artış vardı. Ancak geçen yıl Haziran ayından sonra, seçimlerin bitmesinden sonra Hükümetin aldığı ekonomik istikrar tedbirleri işe yaradı ve hemen bir düzelme eğilimine girmeye başladı çelik sektörümüz. Ve hem tüketiminde, hem üretiminde artış yaşandı. Burada sağlıksız olan gelişme şuydu: Tüketimde olan artış ağırlıklı bir şekilde ithalata gidiyordu, yurt içi üretimin artması şeklinde tezahür etmiyordu. Böyle de olsa tüketimdeki artış üretime bir katkı, bir destek veriyordu.” dedi.
“Pandemide durmadık”
Pandemide sektörün durmadığını vurgulayan Veysel Yayan, söz konusu döneme gelindiğinde ilk üç ayda yaklaşık yüzde 7 civarında bir üretim artışı kaydettiklerini söyledi. TÇÜD Genel Sekreteri, şunları ifade etti: Nisan ve Mayıs aylarında ise üretimde ciddi bir düşüş oldu. Nisan ve Mayıs ayları ortalaması üretimde yüzde 26,5’luk bir düşüşün yaşandığı aylar oldu. Sonradan Haziran ayında tekrar Hükümetin pandemiyle mücadele çerçevesinde uygulamaya aktardığı tedbirlerin etkisini göstermeye başladığını gördük.
Nisan ve Mayıs aylarında üretimimizde düşüş yaşandı ama Avrupa’nın pek çok ülkesinde olduğu gibi duruşa geçmedik. Sanayi Bakanımızın başkanlığında bir toplantı yapıldığında bazı sektörler durmayı tercih ettikleri yönünde irade beyan ettiler.
Biz; hayır, durmayı tercih etmiyoruz, biz çalışmayı tercih ediyoruz dedik. Eğer bu pandemiden dolayı oluşan şartlar mecbur kılarsa gerekli tedbirleri alacağız, onları izole edeceğiz, ama çalışmaya devam edeceğiz, tercihimiz bu yöndedir dedik.”
“Türk sanayi güçlü bir şekilde devam ediyor"
Veysel Yayan, “Salgının getirdiği şartlar nedeniyle üretim ve ihracat hedeflerinde bir revize olacak mı?“ şeklindeki soruya şu yanıtı verdi:
“Şimdiden daha mütevazı rakamlara çekilmiş durumda. Geçen yıl bizim üretimimizde yüzde 9.6’lık bir gerileme vardı, biz onu telafi edip biraz daha artısına geçmeyi planlıyorduk. Tüketimde de geçmiş yıllarda bizim ciddi kayıplarımız vardı, yüzde 30’un üzerinde kayıplarımız, 15+15 iki yılda 30’un üzerinde kayıp vardı. Ve biz bu iki 15 kaybı telafi edip orada da bir artıya geçmeyi hedefliyorduk, gelişmeler de o yöndeydi, yüzde 60, 70, 80 gibi oranlarda tüketimde artış olmuştu. Ancak bunda biraz daha mütevazı olmak gerekti. İhracatımızda bir düşüş söz konusu, geçen yıla göre yüzde 10 civarında ihracatımız düşerken ithalatımızda yüzde 15 civarında bir artış var. Yani üretimimiz ihracatımız arttığı için artmıyor, tam tersine ihracatımız düşüyor ve üstüne üstlük bazı kalemlerdeki ithalat da çok artıyor, buna rağmen üretimimiz artıyor. Bu tüketimdeki artışın bir kısmının yerli üreticilere yönelmesi sayesinde mümkün oluyor. Türkiye’nin sağlıklı bir şekilde üretim faaliyetlerini sürdürüyor olabilmesi için yüzde 80’ler seviyesinde kapasite kullanım oranına ulaşmasına ihtiyaç var. Oysaki bunu geçmişte gerçekleştirdik. 2010’lu yıllarda yüzde 83, yüzde 84 civarında kapasite kullanım oranına ulaştık.
KKO’da yılsonu hedefi yüzde 70
Tabii şöyle de bir durum var: Entegre tesislerimizin Kapasite Kullanım Oranı (KKO) yüzde 100’e yakın seyrediyor, bir teknolojik gereklilik bu. Yani yüksek fırınların durması gibi bir keyfiyet söz konusu değil. Dolayısıyla yüzde 80 dediğiniz zaman, yüzde 100’le çalışanları da düştüğünüzde elektrikli ark ocaklı tesisler yüzde 70’lerde kalıyor. Bunun altındaki üretimler rekabet açısından dezavantajlı üretim miktarları oluyor kapasite kullanım oranları açısından. Biz bu yıl bu yönde gelişiyoruz. Yüzde 50’lerdeydi kapasite kullanım oranımız, bu son gelişmelerden sonra bu yüzde 60’lara, 65’e falan çıktı. Yılsonu itibariyle yüzde 70’e ulaşmayı hedefliyoruz. Yani şu anda Türkiye dışarıdan bakıldığında geçmişte de hep böyle oldu, kredi derecelendirme kuruluşları işte Türkiye battı, bitti, bitiyor, bitecek, işte yarın bitecek, öbür gün, hep bu şekilde önermelerde bulundular. Ama Türkiye’deki sistem şöyle: Bizim ekonomik yapımızda bir buz dağının üzerinde görünen kısım var, bir de yüzde 95 onun altında olan, çok görülmeyen, ama üreten bir kısım var. Mesela organize sanayi bölgelerinde 1 milyon 950 bin kişi var, ar-ge merkezlerimizde 70 bin kişi falan var. 321 tane OSB’miz çalışıyor. Bunlardan sadece mesela Gebze’deki neredeyse Yunanistan’ın bütün sanayisi kadar sanayiye sahip, yani 100 milyonlarca dolarlık ihracat yapan kuruluşlar var arada. 2 bin kişi, 3 bin kişi, 5 bin kişinin çalıştığı tesisler var. Dolayısıyla Türk sanayi güçlü bir şekilde devam ediyor.”
“Sektörde iniş-çıkışlar çok yaşanıyor”
Sektörün en çok sıkıntı çektiği ithalata yönelik önemli açıklamalardan bulunan Dr. Veysel Yayan, yatırımların etkilendiğini dile getirdi. Yayan’ın görüşleri şöyle: “İthalat artışı her şeyden evvel bizim geleceğe yönelik yatırımlara karamsar bakmamız sonucunu doğuruyor. Biz, evet, yassı ürünlerde açığımız var ama, bu yatırımı yaparsak, ithalat bu şekilde devam ederse orada düşük kapasite kullanım oranı düşük kapasite kullanım oranlarıyla çalışmak mecburiyetinde kalıp çok zarar eder miyiz, çok fazla yükün altına girer miyiz? Ben hatırlıyorum, İzmir’de bir tesis bundan 8-9 yıl evvel tesisin iki oğlundan biri o tesiste yatırım yapıp kendi kütüğünü kendisi sağlamak istiyordu, hatta bir kısmını da cevherden işte Ege Bölgesinin farklı başka yerinde. Yani çok farklı bir şeydi, fakat çekindiler. Neden? Türkiye’de ithalat çok oluyor, acaba sıkıntıya girer miyiz? Çelik sektöründe iniş-çıkışlar çok yaşanıyor.
Şimdi şöyle bir şey var: Çelik sektörü zor bir sektör, yani insanların bu kadar riskli bir alana yatırım yapmak yerine, gidip başka alanlarda çok rahat para kazanmaları mümkün. Ancak çeliğe yatırım yapanlar başka alanlara yatırım yapmayı tercih etmiyor, çünkü kendisi ona şey yapıyor. O ateş rengi var ya, ona karşı bir bağımlılık hissediyor ve daha fazla çelik üretmenin Türkiye’nin daha fazla güçlenmesinin bir göstergesi olacağına inanıyor ve o alanda giderek üretilmeyen her ürünü nasıl üretiriz arayışına giriyor. Şimdi bunun böyle olması, elimizin altında böyle bir yetişmiş insan gücü ve sermayenin bulunması mutlaka ve mutlaka değerlendirilmesi gereken bir faktör. Bunun devam edebilmesi için mesela çelik sektöründeki alanlar, bizim kuruluşlarımız bin dönüm, 1500 dönüm, 5 bin dönüm gibi alanlarda yayılır, bu endüstri bölgesi kurabilmek için yeterli alanlardır. Endüstri bölgesi hem farklı ürünlerin üretimine geçmek, yüksek katma değerli ürünlerin üretimine geçmek ve hem de ar-ge faaliyetlerini geliştirmek açısından son derece elverişli şartlar sunuyor. Bu açıdan çelik sektöründeki kuruluşları endüstri bölgelerine yatırım yapar hale getirmek lazım.”
"Her ülkenin uyguladığı yöntemi biz de uygulamalıyız"
Amerika’nın, Avrupa’nın, Fas’ın, Dominik Cumhuriyeti'nin, efendim Tayland’ın işte her ülkenin uyguladığı işte Ukrayna’nın, Rusya’nın uyguladığı bu yöntemi bizim de kullanmamız gerekiyor ve kendi çelik tüketim kapasitemizi kendi çelik üretimimize tahsis etmemiz gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman bu tehdidi fırsata dönüştürme imkânınız olur. Aksi takdirde sürekli bir şekilde koruma tedbirlerine karşı böyle şikâyette bulunan bu haksızdır diyen ve ama bir şey yapamayan bir durumda kalırız. Yani Allah aşkına bizim Rusya’dan yılda 4 milyon ton çelik ithalatı yapmamızın ne mantığı var, bu hangi gerekçeyle bu gündeme geliyor?
OSTİM Teknik Üniversitesi kararı isabetli
OSTİM Üniversitesi’nin kurulması, olağanüstü güzel düşünülmüş bir faaliyet, son derece modern bir üniversite. OSTİM üniversitelerle çalışıyordu zaten, ama kendi içerisinde hem yetişen elemanlarına iş bulmak açısından bir dikey bütünleşmeyi sağlamak, hem de projelerle, akademik altyapıyla oradaki iş yerleri arasında bir bağlantı kurmak, üniversitelerin teorik olmaktan çok hayatı kavrayan, rekabeti kavrayan, dünyaya hitap eden projeler üzerinde çalışan ve öğrencilerini de buna göre eğiten durumlara gelmesini sağlamak çok önemli. Hayatın içerisinde yeri olan alanlarda ve çalışır alanlarda o sistemleri, o mekanizmaları bir adım öteye götürecek alanlarda üniversite eğitimini almak gerekiyor. Bu açıdan OSTİM çok güzel bir örnek.