2019’un Görünmeyen Gündemi
Türkiye ekonomisi, 2018 yılının ikinci yarısında yaşanan döviz fiyatlarındaki dalgalanma sonucunda pek çok iktisadi problemle çok daha belirgin bir şekilde yüzleşti. 2019 yılının zor bir yıl olacağına ilişkin genel bir fikir birliğinden bahsetmek mümkün. Bu zorluklar finansal sektörde farklı şekillerde tezahür ediyorken reel sektörde farklı biçimde tezahür ediyor, edecek. Aynı şekilde, hane halkı tarafında ve firma-üretici tarafında bu daralma farklı biçimlerde tezahür ediyor, edecek.
Son günlerde gündemde olan bu konulara dikkatlice bakılırsa ardında yatan sorunun döviz krizinden çok daha öte, çok daha derin bir anlam içeriyor. Antalya’da yaşanan hortum, pek çok şehirde yaşanan düzensiz ve yoğun yağışlar ve bunlara eşlik eden kuraklık riski dikkatlice bakıldığında sadece bir doğa olayı ya da afet olarak nitelendirilemeyecek kadar önemli. Gerek şehirleşme politikalarındaki eksiklikler ve devam edegelen hatalar gerekse tarım politikalarının olmayışı iklim değişikliğinin arttırdığı kırılganlıkla birlikte patlıcan 10 lirayı, biberi 14 ve patates 6 lirayı gördü. Enflasyonist baskı gittikçe belirgin hale geliyor ve özellikle hane halkı düzeyindeki sorunlar temel ihtiyaçların karşılanması konusunda sorunların derinleşmeye başladığına işaret ediyor. Belediyeler aracılığıyla kurulan tanzim satış noktaları hem geçici hem de mevcut esnafı rekabet dışı bırakan palyatif bir uygulama olarak enflasyonist baskıyı frenlemeye çalışıyorsa da daha büyük sorunlara zemin hazırlama ihtimali yüksek olacak.
Reel sektör açısından sorunların etkileri farklı. Ekonomik büyümenin yavaşlaması, kapanan işyeri sayılarındaki artış, ekonomik büyümede yavaşlama, işsizlik oranlarındaki yükselme eğilimi, özellikle KOBİ’lerin faaliyetlerini sürdüremez hâle gelmesi, kamu alımlarında halâ yerli üretimi zorunlu ya da öncelikli kılan uygulamaların sınırlı oluşu ya da olmayışı bütün olarak ülke ekonomisi için zorlu bir sürece işaret ediyor.
Kamu, üretim için belirleyici rol oynuyor
Nasıl oluyor da genç nüfusu yüksek, yeraltı ve yer üstü kaynakları bakımından zengin, jeo-politik konumu açısından pek çok avantaja sahip olan Türkiye, ekonomik ve toplumsal bir ferahlama yaşayamıyor? Üç temel vurgu ile “Neden bu sıkıntıları yaşıyoruz?” sorusuna cevap vermeye çalışacağım.
Birinci vurgu, ardından gelecek iki vurguyu da kapsıyor. Elbette ki ve illâki ilk evvelâ üretim. Bu gazetenin hedef kitlesinin tamamını ilgilendiren üretim ve üretimin sürdürülebilirliği. Bir tarafta üretim faaliyetlerini başa baş noktasında sürdürerek ayakta kalmaya çalışan firmalar, diğer tarafta rekabetçi gücünü arttırmaya çalışan firmalar, bir tarafta da bırakın Türkiye’yi dünya ekonomisinde başa oynayan yenilikçi ve rekabetçi üretim tesisleri. Ve sanırım en korkutucu olanı da bunun farkında olmayan kamu. Zira her ne aşamada olursa olsun kamu, üretim için belirleyici rol oynuyor. Hem verilen destek ve teşviklerle hem vergilendirme yöntem ve oranları ile hem de kamu alımları aracılığıyla piyasa yapıcı durumunda. Bu Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere de haz bir durum değil. Bugünün en gelişmiş ülkelerinin teknoloji rekabetçiliğinin altında kamu destekleri ve kamu alımları yatıyor.
Doğal denge firmaları etkiliyor
İkinci temel bileşen, üretimin mümkün olduğunca ‘temiz’ olarak gerçekleştirilmesi. Ülke genelinde yeşil alanların azalmaya başladığı, artan hava ve çevre kirliliği, geri dönüşüm konusundaki bilincin sadece üretimle sınırlı olmadığının altı çizilerek, yeterince yaygınlaşmamış olması, kapitalist sistemin sürekli empoze ettiği tüketimin de yeterince ‘yeşil’ ve ‘temiz’ olmaması, sınırlı kapasitedeki yerli üretimin etkinliğini tehdit ediyor. Göller kuruyor, betonlaşma artıyor, yağışlar toprak tarafından özümsenemeyince seller, taşkınlar özellikle ekonomik kırılganlığı yüksek küçük ve orta ölçekli firmaların ekonomik hayatlarını tehdit ediyor.
Üretim konusunda, yerlileşmenin etkin ve sürdürülebilir bir biçimde sağlanamaması, üretim faaliyetleri planlanırken doğanın ve doğal kaynakların dikkate alınmaması ve kamunun yerli üretimi destekleyecek mekanizmaları özellikle sinaî kalkınma temelli kamu alımları ile etkin olarak planlayamaması; 2019’un, 2018’den çok daha zor bir yıl olmasını büyük ölçüde açıklamakta. Sürece ülkenin özellikle 2011’den ve 2013’ten bu yana değişen toplumsal yapısı da dahil edildiğinde, ülkemize sığınan 8 milyona yakın (bunların sadece 3,5 milyonu Suriyeli) nüfus da dahil edildiğinde 2019 yılında ülkenin ele alması gereken temel sorunun döviz krizinden ya da ekonomik daralmadan çok daha ötede ve derinde olduğunu anlamamız çok daha muhtemel.
Peki ya yerli, yeşil ve yenilikçi üretimi geliştirecek, derinleştirecek ve ticarileştirerek yaygınlaştıracak ve nihayet rekabetçi kılacak zemin için gerekli olan eğitim sistemi?
Eğitim sistemi için iyimser olmak yerine gerçekçi olmayı tercih eden bir araştırmacı ve bir baba olarak diyebileceğim tek şey var: Çok şey öğretmeye gerek yok, çocukların temel insani değerleri kazanmalarını sağlasak ve hayâl güçlerini (bu kadar) yok etmesek yeter.
Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Yerli Yeşil Yeni Platformu