Adres :
100. Yıl Bulvarı No:101/A, 06374 OSTİM/Ankara-TÜRKİYE Telefon : 0 312 385 50 90 Faks : 0312 354 58 98 E-Posta : korhan@ostim.org.tr

Bebek Endüstriler Çuş’lara Karşı

Abdullah ÇÖRTÜ
02 Mayıs 2016 11:58

Son dönemde 1967 yılında kurulan, mikro ve küçük ölçekte çok sayıda işyerinden oluşan, yine çok sayıda müteşebbis ve çalışanın bulunduğu Ostim Bölgemize farklı ülkelerden yoğun talepler geliyor. Bizden Ostim modelinin kendi ülkelerine kurulmasını talep ediyorlar. Bu talep ülkelerin başkan, başbakan ve bakan düzeyinde en üst düzey kamu yetkililerinden geldiği gibi yine bu ülkelerin en başarılı özel sektör kuruluşlarından da gelebilmekte… Peki talebin bu kadar yoğun olması neden kaynaklanmaktadır? Zannederim bu talep yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerken dünyada yaşanan temel değişimlerden kaynaklanmaktadır. O nedenle öncelikle yirminci yüzyılda, hatta daha öncesinde neler yaşandı kısaca bir göz atmakta fayda var:


Yirminci yüz yıl esas itibariyle insanlık için güç mücadelesinin acımasızca yaşandığı ve bu mücadele sonucunda insanlığın ıstıraba, üzüntüye, nefrete ve acıya maruz kaldığı bir dönem olmuştur. Siyasi, kültürel ve ekonomik savaşların acımasızca yaşandığı yüzyılda, komünizm doğmuş ve arkasında ciddi hasarlar bırakarak batmıştır. Kapitalizm altın çağını yaşamış ve ülkeler arasında derin uçurumlar oluşturarak güçlünün daha güçlü olduğu bir dünya ortaya çıkarmıştır. Bu yüzyılda güç Avrupa’dan ABD’ye kaymış, ABD’nin dünyayı şekillendirmeye başladığı bir yüzyıl olmuştur. Yüzyılın sonuna doğru Uzak Doğu ülkeleri, dünya sahnesinde biz de varız demiştir. Bu yüzyıl özellikle Çin’in ana oyuncu olarak ağırlığını hissettirmeye başladığı bir yüzyıl olmuştur.


Yirminci yüzyılda özellikle kapitalizmin ülkeler arasında derin uçurumlar meydana getirmesi sonucu güçlü olan, yukarı çıkan ve merdiveni iten ülkeler, diğer ülkelere ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda sürekli bir şeyler dayatmışlardır. Ekonomik alandaki dayatmalar; pazarınızı açın, ticaretinizi serbestleştirin, rekabetin önündeki engelleri kaldırın, yabancı yatırımlarla (finansal ya da sabit sermaye yatırımlarıyla) kalkının, ithal ikamesi ya da yerli imalat gibi köhnemiş kavramları kafanızdan ve gönlünüzden silin, globalleşin, uluslar arası kuruluşların güvenini kazanmak için onların taleplerine kulak verin gibi (belki bir kısmında doğruluk payı bulunan) konularda olmuştur.


Peki kalkınmış ülkelerin ekonomik politikaları nasıldı? Kalkınmayı nasıl sağlamışlardı?
Üzerinde güneş batmayan büyük Britanya İmparatorluğunun başbakanı (William Pitt The Elder) şöyle diyor: “İngiltere sömürgelerinin bir at nalı kadar sınai imalat yapmalarına izin verilmemelidir.” İşin garibi bu sözü o tarihte ABD’yi kastederek söylemesi…


ABD ise buna karşılık bebek endüstrisi programı ile hızlı sanayi gelişmenin şartlarını oluşturmuş, sanayisini korumacılık ve sübvansiyonlar sayesinde geliştirmiştir. Ana yaklaşım yerli sanayiyi korumak olmuştur. Birinci dünya savaşına kadar yerli sanayiyi korumak için ithal mallara en yüksek tarifeleri uygulayan ülke ABD olmuştur. Ve o dönemde en yüksek koruma oranlarını uygulayan ABD dünyada en yüksek büyüme oranlarına ulaşan ülke de olmuştur. Sonuç olarak yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde dünyanın süper gücü ortaya çıkmıştır.


Kapitalizmin beşiği ABD ve İngiltere’deki koruyucu politikalar diğer ülkelerde de çok farklı değildi. Korumacılık zırhına sığınarak büyüyen Almanya, Fransa, Japonya ve Kore’nin yanı sıra İsveç, Finlandiya, Avusturya, Tayvan gibi ülkelerden de korumacılıkla ilgili çok çarpıcı örnekler mevcuttur. Bu ülkelerin tamamı bugün serbest piyasa ekonomisinin başrolünde oynamaktadır. (Çin’in korumacılık politikası ise başlı başına bir çalışma konusudur.) Bütün bu örnekler bize ticaretin serbestleşmesinin ekonomik kalkınmada bir neden değil bir sonuç olduğunu göstermektedir.


Özetle korumacı ekonomi politikalarıyla gelişen ülkeler merdiveni ittikten sonra dünya ticaretinin serbestleşmesi için cansiperane çalışmakta ve bu kutsal (!) görevi merdivene çıkma şansı olmayan ülkelere tavsiye ve empoze etme misyonunu üstelenmektedirler.

SANAYİLEŞMEK İÇİN EN UYGUN MERDİVEN: OSTİM MODELİ

Merdivene çıkma şansı olmayan maalesef ağırlıklı olarak çevremizde bulunan ülkeler ise gelişmiş ülkelerin politikalarının hedefi ve oyun alanı olmuşlardır. Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’da bulunan bu dost ülkeler şimdi sanayileşmek için bir merdiven kurmak istiyorlar. Ama sanayileşmeye nereden, nasıl başlayacaklarını bilemiyorlar. Bir kısmı zengin doğal kaynaklara sahip olan, nüfus gücü bulunan ve jeo-stratejik önemi haiz topraklara sahip olan bu ülkeler, eğer doğru bir modelle başarılı bir sanayileşme süreci başlatabilirlerse, yirmi birinci yüzyıldaki gelişmeleri şekillendirebilecekler.


Gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi bu ülkelerin de kendi bebek endüstrilerini korumaları ve teşvik etmeleri gerekiyor. Ancak öncelikle doğal olarak korunacak ve teşvik edilecek bir bebek olması gerekmektedir. Yani bu ülkelerin kendi gelişmişlik düzeylerine göre sanayileşmenin belli bir noktasından işe başlamaları gerekmektedir.


İşte tam bu noktada Ostim modelinin birçok komşu ve dost ülke tarafından neden çok talep gördüğü anlaşılabilir. Ostim modeli adeta sanayinin doğumhanesi, kuvöz odası, hatta çocukluk ve gençlik döneminin geçirildiği eğitim yuvası.


Çok sayıda işletmenin işbirliği, dayanışma ve entegrasyon (cooperation, collaboration, integration) içinde çalıştığı bir sanayi şehri olarak, hem müteşebbislik, hem de iş geliştirmek için çok verimli bir ortam sağlamaktadır. Niteliği gereği büyük kurulması gereken endüstrileri de destekleyen yan sanayi olma özelliği ayrıca modele zenginlik katmaktadır. Şehirle iç içe yaşayan sanayi bölgesinde, şehrin ve yerel yönetimler gibi şehirdeki diğer hizmet merkezlerinin ihtiyaçlarından hareketle imalat sanayi yatay ve dikey olarak gelişmektedir. Bölgenin şehirle iç içe olması hem lokasyon olarak hem de fonksiyon olarak şehir merkezinden şehrin dışına doğru gelişen sanayileşmede kritik bir köprü özelliği taşımaktadır. Hatta çok sayıda mikro ve küçük işletmeyi bir araya getirecek entegratörlerin bulunması halinde, bu işletmeler bir anda çuş’larla aynı masada işbirliği yapar hale gelebilmektedir.


Yazının başlığında “bebek endüstriler çuş’lara (çok uluslu şirketlere) karşı” derken sadece bir rekabetten bahsetmiyorum. Aynı zamanda bir işbirliğinden bahsediyorum. Yirmi birinci yüzyıla damgasını vuracak bu karşılaşmanın nasıl olacağıdır.


Ostim olarak geçtiğimiz günlerde Tunus ve Kazakistan başta olmak üzere birçok ülkeye Ostim modeli kurma konusunda projeler yürütüyoruz; kafa yoruyoruz; anlaşmalar imzalıyoruz. Ülkemiz için de dost ülkeler için de sanayileşmenin üst basamaklarına çıkabilmek için en uygun merdiveni kurmaya çalışıyoruz. Zannederim yirmi birinci yüzyıl bu birlikteliğin yüzyılı olacaktır.

 

Yazara ait diğer köşe yazıları