Son dönemde “yerli tercihi” stratejik bir yaklaşım olarak kamuoyunda daha çok dile getiriliyor. “Yerli tercihi” İngilizce (domestic preference) ifadesinin tam karşılığı. Türkiye’nin uzun süredir başını ağrıtmaya devam eden cari açık, düşük büyüme oranı ve sonuç olarak işsizlik sorunları da dikkate alındığında yerli ürün ve yerli üretim bir tercih olmanın ötesinde zorunluluk halini aldı.
OSTİM olarak uzun süredir çeşitli platformlarda yerli üretimin misyonerliğini yapıyoruz. Yerli üretimi geliştirmek için izlenecek politikalar konusunda kafa yoruyoruz. Özellikle savunma sanayi offset uygulamalarının sivil offset uygulamaları tarafında da yaygınlaşmasının önemi üzerinde duruyoruz. En son Ankara metro araçları ihalesini alan Çinli firmaya %51 oranında offset şartı konulmasının örnek ve iyi uygulama olarak tüm kurumlarda uygulanması gerektiğini söylüyoruz. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 16 Aralık 1998 tarihli resmi gazetede yayınladığı, daha sonra 27 Temmuz 2007 tarihli resmi gazetede yayınlanan “offset uygulamalarına ilişkin tebliğ”in neden uygulanamadığını sorguluyoruz.
Konuyla ilgili araştırmamızı derinleştirdiğimizde dünyadaki bir çok ülkede özellikle kamu alımlarında yerli tercihinin mevzuatla düzenlendiğini gördük. Dünyanın en liberal ülkelerinden Amerika Birleşik Devletlerindeki “Amerikan (malı satın) Al Kanunu”yla ilgili gazetemizin bu sayısında detaylı bir inceleme yaptık. Sonuç olarak ABD’nin kendi ülkesindeki yerli üretime verdiği önceliği görüyoruz. Diğer ülkelerde de durum çok farklı değil. İsviçre, Güney Afrika, Malezya, Çin, Kore gibi bir çok ülkede benzer uygulamalar dikkat çekmektedir. Her ülke kendi şartlarına uygun olarak yerli üretimi desteklemektedir. Hatta işgücü de dahil yerli girdi kullanımında destekleyici hükümler getirmektedir. Bu tip düzenlemelerin (regülasyonların) farklı şekillerde bir çok ülkede uygulandığını görüyoruz.
Ülkeler ikincil ve detay mevzuat düzenlemeleriyle de yerli üretimlerini koruyorlar. Mesela Kanada DTÖ ve NAFTA ile anlaşma imzalamış. Ancak “yerel idareler anlaşmanın tarafı değildir” gerekçesiyle yerel idarelerde “Kanada (malı) Al” (Buy Canadian) politikasını güdüyor. Bazı ülkeler lisanslar, teşvikler, standartlarla; bazı ülkeler de fiili sınırlamalarla yerli üreticilerini koruyorlar.
Küreselleşmenin gönüllü misyonerliğini yapan bazı ekonomistler regülasyonların servet dağılımını olumsuz etkilediği ve rekabete engel olduğundan bahisle refah kaybına neden olduğunu iddia etmektedir. Onların iddiasına göre piyasa dışında çözümler aranmasıyla piyasa şartlarının iyileştirilmesi mümkün değildir. Ayrıca DTÖ, NAFTA, AB gibi oluşumların üye ülkelerde regülasyon uygulamalarını engelleyen esaslar koymalarından övgüyle bahsedilmektedir. Peki kamu alımlarında tek Pazar politikası “single market policy” uygulayan AB, diğer ülkelere karşı koruyucu bir politika izlemiyor mu? Yerli sanayi korumacılığı bu sefer Avrupa sathı mailine yayılmış olmuyor mu? Özetle korumacılık anlamında değişen bir şey yok. Sadece korumacılığın sınırları değişiyor.
Ülkemizde de kamu ihale kanununda yerli malı olarak belirlenen malları teklif eden lehine %15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanması öngörülüyor. Ancak bu hüküm maalesef uygulanmıyor. Çünkü kanun hiçbir detay vermemiş; ve yaptırım öngörmüyor. Tamamen ihaleyi açan kurumun inisiyatifine bırakılmış. Kısıtlı bütçesi olan kurumların satın alacakları ürünler için neden daha fazla ödeme yapacakları sorusunun bu kurumları tatmin edici bir cevabı da doğrusu yok.
Yukarıda anlatılanlardan görüleceği üzere mesele sadece mevzuatla ilgili değildir. Mesele zihniyet meselesidir. Milli olmayı istiyor muyuz? İstemiyor muyuz?