Ülkemizde açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin rakamlar birçok batı ülkesi nüfusundan fazladır. Maalesef bu konudaki rakamsal veriler ne anlama geldiği derinlemesine düşünülmeden, hüzün veren yanı irdelenmeden medyada politik malzeme olarak kullanılmaktadır.
Dolayısı ile toplum ve karar vericiler tarafından yeterince algılanamamakta; yeterince tartışılamamakta bu yüzden de inandırıcı önlemlerin alınması gecikilmektedir.
Ama konu insani bir olaydır; ülkemizin ve insanımızın bugünü ve geleceği açısından dramatik ve tehlikeli sonuçlar yaratmaktadır. Hayırsever kişilerin oluşturduğu kurum ve kuruluşlar geçici de olsa bu yaraya merhem olmakta; toplumun, karar vericilerin ve varlıklı kişilerin bu olguya dikkatini çekmektedirler. Bu tek tesellimizdir.
Yoksulluğun sadece ilahi bir kader olduğu, herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiği gibi bakış açıları, yoksulluğun da küresel sürecin doğal sonuçlarından biri olduğu gibi inanışlar hem sorunu büyütmekte, hem de tedavisini geciktirmektedir.
Oysa ‘bir tuğla da sen koy’ diyen üretime yönelik projelere destek olunsa; devlet organları, yerel yönetimler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının üreten toplum yaratma yönünde niyetleri ve eylemleri olsa yokluk ve yoksulluk ‘kader’ olmaktan çıkacak; yoksulluk yok olacaktır.
Aslında yol haritamız vardır ve açıktır:
Çalışmak… Üretmek… Ürettiğimizi tüketmek… Tükettiğimizden fazlasını üretmek… İhracata yönelik üretmek… Kaliteli üretmek… Daha özgün olanı üretmek… Ülkeyi ve milleti zenginleştirmek… Zenginliği ve refahı adil olarak paylaşmak…
Bugün küresel mali krizin ülke piyasalarını sarstığını görüyoruz. Ekonominin piyasa; borsa, faiz, döviz olmadığı bir kez daha anlaşılıyor; kanıtlanıyor.
Kitlesel üretimin de çözüm olmadığı; ülkelerin ve halkların yoksullaşmasının önüne geçemediği görülüyor. Kitlesel üretim, kitlesel yoksulluğu önleyemiyor. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Hindistan'ın bağımsızlık savaşının öncüsü Gandi'nin dediği gibi: Dünyada yoksullara yardım edecek olan kitlesel üretim değil, kitlelerin katıldığı üretimdir.
Kitlelerin üretime katılabildiği, üretimde kalabildiği sistem ekonominin küçük ve orta ölçekli işletmeleridir. Ülke ekonomisinin her zaman sigortası olan Kobi’ler, zenginliğin tabana yayılması ve istihdamın kitleselleşmesini sağlayan işletmelerdir.
Ortak bir kanı vardır; Türkiye yoksul değil, yoksul bırakılmış bir ülkedir.
Türkiye dünyanın merkezinde yer alan bir ülkedir. Hem deniz, hem de kara ulaşımı bakımından merkez konumuna sahiptir. Petrol zengini bir ülke değiliz, fakat ülkemiz sahip olduğu iklim ve doğal kaynakları itibariyle bölgenin gelişmeye en müsait ülkesidir.
Allah her insana iki el vermiştir. Akıl vermiştir. Öyleyse her insan çalışarak kazanabilir, kendisini ve ailesini geçindirebilir. Yeter ki sistemin güçlü elleri olsun. Sistem devlettir. Devlet sosyal yatırımların önünü açarak, üretimi destekleyerek, altyapı hazırlayarak, girimcisine sahip çıkarak; dolayısı ile istihdamı ve üretimi artırarak vatandaşını yoksulluktan, yokluktan kurtarır.
Peki, ne yapmalı?
Türkiye olarak 22. Yüzyılda da yoksul bir ülke olarak kalmak istemiyoruz. Bunun için sanayici ve üretim dünyasının içinde yaşayan kişiler olarak naçizane önerilerimiz şunlardır.
• İnsanımızı eğitirken girişimci ruha sahip bireyler olarak yetiştirmeliyiz.
• Yerli üretimi ve üreticiyi destekleyelim, yerli üretimle ilgili tüm çabaları günlük kaygı ve çıkarlarla bastırmayalım. Yerli üretime başarı öyküleri için şans tanıyalım.
• Sanayileşmekten korkmayalım. Zengin ülkeleri incelersek, temel kaynaklarının tarım değil sanayi olduğunu görürüz.
• Dış borçtan korkalım. Gelişmiş ülkeler önce başkalarının verdiğini alır sonra da kendi istediklerini, derler.
• Ülkemiz için uzun vadeli planlar yapalım. Günü ve görüntüyü kurtarmak için değil, gelecek kaygıları ve hedeflerine yönelik çalışalım.
• Yatırım yapmaktan kaçınmayalım. Üniversite sanayi işbirliğini geliştirip, ar-ge, eğitim ve yenilikçi projeleri yaygınlaştıralım.
• Bürokratik engelleri kaldıralım. Girişimin, girişimcinin, üretimin önündeki engelleri kaldıralım. Sınaî, fikri hakları geliştirelim.
Tüm bunları yaparken şunları da unutmayalım:
-Yoksullarla yardımlaşma ve dayanışma hususunda milli-dini, geleneksel değerlerimize sahip çıkalım, yaşatalım. Yoksulu, işsizi, aç-açık olanı unutmayalım. Bu yönde hizmet veren dürüst ve sorumluluk sahibi sivil toplum kuruluşlarını yalnız bırakmayalım. Çabalarını ‘beyhude çabalar’ olarak görüp, küçümsemeyelim. Onlara varlığımız oranında omuz verelim.
Çünkü görünüyor ki; kısa vadede yoksullukla baş etmede yardımlaşma ve dayanışmadan başka bir çözüm yoktur…
Yoksullarla Dayanışma Haftamız Kutlu Olsun!