Adres :
100. Yıl Bulvarı No:101/A, 06374 OSTİM/Ankara-TÜRKİYE Telefon : 0 312 385 50 90 Faks : 0312 354 58 98 E-Posta : korhan@ostim.org.tr

KOBİ’ler Sanayi 4.0’a En Uygun Yapı

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Oya Safinaz Erdoğdu, yapılan araştırmalara göre Türkiye’nin, Sanayi 2.0 ve 3.0 arasında olduğunu belirterek, “Bizim geçmemiz gereken yer Sanayi 4.0 bu kesin. Dünya nereye gidiyorsa oraya gitmek zorundasınız. Bunu yapabilmek için KOBİ’miz var; küçük şirket yapabilir. Çünkü Sanayi 4.0’ın yapısı çok esnek. Özgün üretim istiyoruz. Büyük bir firma bunu yapmak için mekanikleşecek. KOBİ’lerin yapısı buna çok uygun.” dedi.
Ostim Editör
29 Kasım 2018 11:50

Prof. Dr. Erdoğdu’yla Türkiye’nin iktisadi geçmişini, küresel ekonomi ve korumacı politikaları, Sanayi 4.0’ı, KOBİ’leri konuştuk. Deneyimli akademisyen, yerli ve milli üretim yapmak için ihtiyaç olan tek şeyin ‘kendimize güven’ olduğunun altını çiziyor. “Gerçekten inanırsak, ben bunu yaparım dedin mi, destek de buluyorsun yardımda buluyorsun, para da buluyorsun bütün bunları hepsi bizde var.” diyen Erdoğdu korumacılığın özünün bebek sanayilerin yok olmasını engellemek olduğunu belirtiyor.

Türkiye’nin sanayileşme sürecine nereden başladık? Başlarken neyi doğru yaptık, neyi yanlış yaptık? Neden sürdüremedik sanayileşme politikalarını?

İlk başta şöyle bir noktadan başladılar: Biz sıfır durumdayız. Sanayileşmemizin olmadığı, sadece tarım üzerine büyümenin harika olduğunun söylendiği bir dönemde. Tarımda iyiyiz, topraklarımız çok güzel, o zaman bunu üreteceğiz. Ama bu katma değer çok düşük ve ucuz bir ürün sanayiye kıyasla. Bu arada dünya sanayileşiyorlar ve biz bu aşamayı kaçırıyoruz. Bu, borca ve finansal problemlere sebep oluyor.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda Atatürk’le beraber şunu yapıyor -bu dönemi biz altın dönem olarak nitelendiriyoruz-; diyor ki, “Ben çok gerideyim, benim bir 100-200 yılım yok. Benim elimde hiç eğitimi olmayan bir halk var. Büyük çoğunluğunu savaşta kaybetmişim üstelik bu halkın. İşçi yok.” Yani bir fabrikada kim çalışır, nasıl çalışırı da bilmiyor. O kadar zor durumdayım. Fabrika hiç yok, tekstil fabrikası dışında. Bu fabrika dedikleriniz de dokuma tezgâhından oluşuyor. Dünyada şu var; bu insanlar Sanayi 1’e geçmişler. O zaman benim bu 100 yılı beklemeye hacetim yok, direkt “Sanayi 1’e atlayacağım.” deniliyor.

Sanayi 1, Fordizm üzerine kurulu bir sistem. Yani standart bir yapınız var, kişi geliyor, o üretimi yapıyor ve çıkıyor. Burada ilk ihtiyaçları olan demir-çelik endüstrisi; ilk onu kuruyorlar. Para yok. O zaman iyi olduğum konuyu yaparım. Benim iyi olduğum konu ne? Buğday mı? Buğday, tarım. Ama buğdayı işledikten sonra un sektörüne geçiyorum. O da gıda endüstrisi. O zaman ben şunu yapacağım; iyi olduğum alanın hammaddesini kullanacağım, onun tam dibine bir tane un fabrikası kuracağım ve sanayiye adım atacağım. Kendilerinin iyi olduğu konuyu alıp, Sanayi 1’in ihtiyacı ne ise onu uygulamışlar ve böylece yakaladılar. 100 yılı birden atlayıverdiler.

Daha sonra buradan devam etmesi gerekiyordu. İlk yaptıkları dayanıksız tüketim malı; un, şeker, tekstil. Bunlar aynı zamanda halkı giydiriyor. Borcunuzun ana kaynağı, dışarıdan aldığınız için. Borcu önlüyorsunuz. Halkın refahını yükseltiyorsunuz, sanayileşmeyi sağlıyorsunuz. Tek yapmanız gereken, insan eğitmek. Bir demir-çelik fabrikası kurmak ve ben bunu yaparım demek.

Sermaye o kadar zor bulunan bir şey değil. Sermaye en kolay bulabildiğiniz şey. İnsan bulmak zor. Orada işçi kavramı altında çalışacak insanı bulmak asıl zor olan. Ustabaşı anlamında nitelikli işçi; makineyi kullanabilecek, bozuldu mu tamir edebilecek yapıda adam yok.

Sürekli bize yüzyıllarca söylenen şey; “Sen buğdayı ek, bunda iyisin. Un yapmayı, fabrikada çalışmayı beceremezsin.” Niye beceremesin? Köyünde değirmeni var. Değirmeni kullanabiliyorsa, bu değirmenin biraz mekanik hali olan makineyi de kullanabilir.

“HER SANAYİ DEVRİMİ DAHA ÇEŞİTLİ ÜRÜN İSTER”

Nitelikli insan açığı nasıl kapatılmış?

Eğitimle. Yurt dışına gönderiyorlar. Gelenleri acil çalıştırıyorlar. O gelen de kendisiyle birlikte başkalarını çalıştırıyor. Fabrikalar bir eğitim tesisi. Bilgi aktarımlarıyla sistem kendi kendine çalışır hale geliyor. Bunu alıp bugün uygulayamazsınız. Sonraki aşamada biz şurada koptuk; üst aşamaya geçerken ihtiyacımız olan şey; artık refahı olan ve daha çok şey talep eden ve iyisini talep eden tüketici grubuydu. Biz sadece refahı olan bir tüketici grubuyla idare ettik. Tüketici grubunu teşvik edemedik. Çünkü sanayileşmede bir sonraki adım; dayanıklı tüketim malı üretimidir.

Katma değeri yüksek ürün aşamasını mı kastediyorsunuz?

Bugün markete gittiğiniz çok çeşitli unlar görüyorsunuz. Ürünü çeşitlendirmeniz gerekiyor. Her sanayi devrimi daha çeşitli ürün ister ve daha esnek üretime gitmiştir. Sanayi 2 biraz daha esnektir. Artık Fordist sistem, “İki tane araba istemiyorum. 5 tane arabayı rahat bulabileyim ki fiyatlar ucuzlasın.” der. Bir üst sanayi grubu daha fazlasını ister, “Arabamda düğmeler olsun.” ister. Bugün arabanızın pilot konsolu gibi olmasını istiyorsunuz. Aslında mümkünse, camı da ben indirmeyeyim, sesleneyim cam kendi kendine insin.

Herkes kendi ürününün daha fazla özelliği ve daha esnek olmasını istiyor. Biz ilk aşamayı yaptık çok güzel. Artık sonraki aşama, dayanıklı tüketim malı. İnsanlar önce talep etmeyi öğrenmeliydi. Ne talep edecek? Buzdolabı, çamaşır makinesi talep edecek ve bunların iyisini talep edecek. Biz iyisini talep etmek için 1980’leri bekledik.

İthal ikameci dönemdeyiz, içeride yapıyoruz. Problem o. Kapıyı kapatınca, insanların eline bir tane çamaşır makinesi veriyorsunuz. İyi, kötü; çalışıyor, çalışmıyor. Hiç önemli değil ki. Diyorsun ki, “Bak artık bizim de çamaşır makinemiz var.”

Rekabet olmayınca firma umursamıyor bile. Sen de bir şey talep edemiyorsun. Daha iyisini görmemişsin. Haliyle gelen, sana harika görünüyor. Endişe etmiyorsun, onunla idare ediyorsun. Tek yaptıkları, 2. Dünya Savaşı’ndan 1980’lere kadar süreci yavaşlatmak. Birden alıp Sanayi 1’e geçen ekonomiyi duraklatıyorlar.

“KORUMACILIĞIN DURMASI GEREKEN BİR NOKTA VAR”

Duraklatma sebebi ne olabilir?

Sıfırdan bunu yapan bir ülke her zaman her şeyi yapabilir. Biz yapabiliriz. 1929’da yaptıysam, bir daha yaparım. Niye 1940’ta, 1960’ta, 1980’de yapamadım? Yapabildiysem yaparım. İktisadın temel argümanı şudur; herkes kendi faydasını maksimize eder. Benim kendi faydamı maksimize etmem demek, “Ben üreteyim, senin pazarına satayım.” demek. Ben de istemez miyim, hep Amerika benden satın alsın. Elbette isterim. Ben bunu yapabiliyor olsam niye durayım ki bugün, ne gerekiyorsa yaparım. Bu iyi bir şey benim halkım zenginleşecek. Benim fabrikam büyüyecek.

Kendi çıkarımızı maksimize edemedik derken korumacı politikaları mı anlamalıyız? Korumacılık, faydalı mıdır, zararlı mıdır?

Kesinlikle anlayabiliriz. Tabii ki faydalı korumacılık; bütün sektörlerde, dünyanın her yerinde bu böyledir. Yeni bir ürün üretilecek, bu ürünün üretilmesinin ülkenin ekonomisi için önemli olduğunu düşünüyorsunuz. Yeni bir enerji kaynağı buldunuz; bunun mutlaka üretilmesini istiyorsunuz. Biliyorsunuz ki o enerji kaynağını kullanırsanız, halkınız daha zengin olacak.

Ama eğer insanların kendisine bırakırsanız, “İstiyorsan üret, istemiyorsan üretme ama bu yararlı bir şey.” derseniz, kimse onu üretmeyi tercih etmeyecektir. Çünkü o ürünün talebi yok şu anda, yeni. Hiç kimse o riski almak istemeyecek. O zaman o riski devlet almak zorunda. Devlet, “Ben bu ürünün üretilmesini istiyorum, sizi de destekliyorum, ne isterseniz yapacağım. Yeter ki siz bunu üretin.” diyecek. Güney Kore gibi. Korumacılık bu. Korumacılığın özünde söylediği tek şey bu. Bebek sanayilerin yok olmasını engelleyecek.

Devletin rolü, sadece o şirketi sahiplenmesi midir? Yoksa maddi olarak katkıda bulunması mıdır? Devletin rolü tam olarak ne olmalıdır?

Orada şöyle bir sorunumuz var. Mülkiyeti devlet alırsa Rus sistemi oluyor. Komünist düzene geçmiş oluyorsun. Bu, işe yaramıyor. Denendi olmuyor. Kendi haline bıraktığında da… Aslında Japonya’da da, Güney Kore’de de kendi haline bırakmıyorsunuz. Güney Kore’de Hyundai firmasının genel müdürünü veya Toyota’nın CEO’sunu bir toplantıya çağırdığımda kendi başbakanından onay almadan gelemiyor. Niye? Burası bir iktisat toplantısı, niye gelmesin? Alt tarafı gelecek; sen Toyota firmasına “Ne yapıyorsun?” diye soracaksın.

Niye birilerine sorma ihtiyacı, onay olma ihtiyacı duyuluyor? Çünkü arkada devlet onu destekliyorsa, bir noktada yönetim kurulunda devletin bir üyesi bulunuyor. İşin devletin ihtiyaç duyduğu şekilde yapıldığını kontrol eden bir mekanizma oluyor. Çin’de mesela herhangi bir firma kafasına göre hareket edemiyor. Büyük bir firma, baktığında liberal piyasalar, gidiyor. Ama bir iş yapması gerektiği zaman bir noktada makro politikaya bağlı kalmak zorunda kalıyor. Ama tabii ki korumacı politikadan teorik olarak beklenen o değil. Teorik olarak beklenen; özel sektör yapsın. Bu, kamunun işi değildir çünkü. Kamu sadece o sektörün korunması gerektiğine inanır.

Korumacı politikaların durması gereken bir nokta var. Biz o noktayı kaçırdık. Sektör kendi arzını ve talebini oluşturduğu noktada artık daha fazla korumamanız lazım. Bir sonraki aşamaya geçilmesi gerekiyor.

“EN BÜYÜK İHTİYAÇ, DOĞRU İNSAN YAPISI”

Ülkemizdeki sanayinin, özellikle KOBİ’lerin durumu ve seviyesi nedir? Ne görüyorsunuz, önerileriniz neler olacak?

Bizim geçmemiz gereken yer Sanayi 4.0 bu kesin. Dünya nereye gidiyorsa oraya gitmek zorundasınız. Biz Sanayi 4.0’da değiliz. TÜBİTAK araştırmış; Sanayi 2.0 ve 3.0 arasında gidip geliyoruz. Dolayısıyla bizim Sanayi 4.0’a atlamamız lazım. Bunu daha önce yaptık. 0’dan 1’e atladıysak, 3’ten de 4’e atlarız. Bunu yapabilmek için KOBİ’miz var; küçük şirket yapabilir. Çünkü Sanayi 4.0’ın yapısı çok esnek. Özgün üretim istiyoruz. Büyük bir firma bunu yapmak için mekanikleşecek. KOBİ’lerin yapısı buna çok uygun.

Küçük işletmelerin üretim yapısı çok esnek. Direkt Sanayi 4.0’a atlayabilirler. İnsan gücümüz de var. Sanayi 4.0’ın en büyük ihtiyacı, aynen Sanayi 1’e atlarken olduğu gibi doğru insan yapısı. Yani sürekli sorun çıkaran öğrenci vardır ya okulda. Artık ona ihtiyacımız var bizim. Hocanın söylediğinin hep dışında düşünür. Kimsenin aklına gelmeyen onun aklına gelmiştir. Bu kişi Sanayi 4.0’ın adamı. O kişiyi bulup istihdam etmeye çalışıyoruz biz.

Türkiye’de hiç birimizin kafası zaten normal çalışmıyor. Hepimizin kafası çerçevenin zaten dışında. Anadolu halkının yapısı buna çok uygun. Mevcut eğitim tarzı sanayi 2.0’a çok uygun. Fordist üretim; makinenin başına geçiyor, düğmeye basıyor, hiç sesini çıkarmıyor. Bu eğitim yapısı bunu getiriyor.

Ama bizim artık Sanayi 4.0’da olmamız lazım. KOBİ’ler de bu elemanı bulup istihdam edebilme becerisine sahip. Bir holding bunu yapamaz. Çünkü o holdingde birini istihdam edene kadar 20 tane aşamadan geçiyorsun. En son aşamaya gelmek için o adam zaten her bir mülakatta ne söylemesi gerektiğini öğrenmiş oluyor. Son aşamaya geldiğinde aynen Sanayi 2.0’ın istediği tipte biri haline gelmiş oluyor ve işe giriyor.

KOBİ’de ben direkt patronu bulabiliyorum. Patronla birebir görüşebiliyorum. Patron benim ne olduğumu biliyor zaten. Dolayısıyla doğru insanı istihdam etmek için en doğru yer aslında KOBİ’ler.

Tek sorunları, KOBİ’ler kendi içlerinde çok fazla, dışarı açılamıyorlar. Üniversitelerle iş birlikleri çok zayıf.

Şunu yapabilmeniz gerekiyor; Sanayi 4.0’da herkesin talebinin ne olduğunu bilmeliyiz. Eğer büyük veriyi doğru analiz edebilen birini istihdam edersen o kişi sana şunu söyleyebilir: “Su ısıtıcılarında artık bu düğmeye gerek yok. Otomatik olarak şu saatte çalışmasını sağlayın yeter.” Geri kalan iş mekaniğin işidir. Bir KOBİ de bunu çok rahat yapabilir.

Katma değer yaratmak çok basit aslında. Biz aslında pembe bir çamaşır makinesi istemiyoruz. Ama kendi kendine çalışan bir çamaşır makinesi istiyorum. Bu zor bir şey mi? Sadece benim nasıl yaşadığımı bilmeniz lazım. Ürünlere koyulan küçük vericiler Sanayi 4.0’da bu esnekliği sağlamak için var.

Sanayi 4.0’a geçişte sektörel kümelenmeler bir araç olabilir mi?

Network çok önemli. Kümelenme sektördeki problemleri çözmekte ve sektör içi ilişkileri düzenlemekte çok önemli. Yöneticilere ulaşabilmek için tek firma aşağıda uğraşmaktansa kümelenmenin içinden ortak hareket etmek, ulaşabilirliğinizi, derdinizi anlatabilirliğinizi getiriyor. Ama Sanayi 4.0 çok daha bireysel ve çok daha networke bağlı. Bütün bunların hepsinin ortak çalışması gerekiyor. Aslında belki OSTİM bunu çok daha rahat da yapabilir.

İdeal bir teşvik politikası nasıl olmalı?

Üretimi artırması gereken bir teşvik politikası. Sonuçları reel olarak denetlenmeli. Bizdeki durum şu; malı satmak üzerine teknoloji araştırması yapıyoruz. İnsanlar hayatlarını kolaylaştıracak şeyler istiyor. Sanayi 4.0’da benim hedef kitlem tamamen, kafası çok iyi çalışan, sürekli elinde bilgisayarla dolaşan, paraya para demeyen, ama hayatı iyi yaşamak isteyen çok zengin insanlar.

“ÜNİVERSİTE SANAYİYE, SANAYİCİ ÜNİVERSİTEYE GELMELİ”

KOBİ’lere ne tavsiye edersiniz?

Kesinlikle gözünü dışarıya çevirecek, büyük oynayacak. Burada kalıp Türkiye’de devlete iki tane ürün satmak için uğraşırlarsa bu iş olmaz. KOBİ’yseniz; büyümenin ve ayakta kalmanın tek yolu, sürekli yenilik yapabilmenizdir. Gençlerin ne istediğini bilmiyorsanız ayakta duramazsınız. Gençleri çok ciddi takip etmeniz lazım, neye ihtiyaçları var, ne istiyorlar? Bu çok önemli KOBİ’ler için.

Finans kaynaklarına erişimleri çok kısıtlı olacak muhtemelen önümüzdeki dönemde. Burada ciddi anlamda sorun yaşayacağımız için kaynaklara ulaşım anlamında, KOBİ’lere daha az verme eğiliminde olacaklar. Küçük oldukları için geri ödemede becerilerinin düşük olduğu varsayılacak. O yüzden KOBİ’ler likit kalmaya çalışmalı. Borçla iş çevirmemeye çalışacak şekilde yaşamaları gerekiyor.

Bu anlamda KOBİ’ler aslında holdinglerden daha rahatlar. Holdingler bunu yapamaz, büyük oranda beceremeyecek. Ama KOBİ’ler bunu büyük oranda daha rahat yapabilir. Kısıtlayabilecekleri harcamalar daha bellidir. O yüzden onlar daha çok likit kalmaya çalışıp borca girmeyecekler.

En çok para harcayacakları şey belki fuarlar. Çünkü ne yapıldığını bilmek zorundasınız; dünya nereye gidiyor? KOBİ’lerin buna çok ihtiyacı var. Bunları yaptıktan sonra bence hiçbir KOBİ batmaz. Eğer ki bunları kendileri yapamıyorsa bir bilene danışmalılar.

Dünyanın verisini okuyabilmek için üniversiteye gitmek zorundasın. Üniversite-sanayi işbirliğini geliştirmeleri lazım. Çok sıkı çalışmaları lazım. Üniversitelerde neler olduğundan bihaberler.

Üniversiteler de sanayiye gelmiyor. Ben oraya, zaman, enerji ve bilgi birikimiyle gidiyorsam onun karşılığını almak istiyor hoca. Hocanın gelmeme sebebi biraz ondan. Bir de çok ilgi çekici bir şey olması lazım. Bana ilginç bir soruyla, vizyonla gel. “Ben fuarda şunu gördüm, onu üretebilir miyim?” diye gel. Basit konular gelince özellikle mühendisler de kaçıyor anladığım kadarıyla. Asıl problem belki onlardan kaynaklı.

Türkiye ekonomisi tarihine baktığımızda daha iyisini yapabilirdik. Kesintiye uğratmasaydık, bugün çok daha iyi bir yerde olabilirdik.

KOBİ’lerin elbette gelişmesini istiyoruz, KOBİ’lere paranın dışında vizyonu oluşturacak biri lazım. Bu da enerji, emek, uğraşmak demek. Biraz zaman harcamak KOBİ’yle demek. Burada yok. Devlet yok, özel sektör yok, üniversite de yok. O anlamda üniversiteler de belki suçlu. Ben öğrendiysem niye sana öğretmedim? Orada biz eksiğiz.

Herkesin kullandığı o küçük parçayı üreten kişi parayı kazanıyor. Bunun yeri KOBİ zaten holding değil. Çükü sen hayatın içindeysen, gençlerle berabersen, sürekli üretim yerindeysen zaten biliyorsun kritik parçanın ne olduğunu.

Yerli ve milli üretim yapmak için ihtiyacımız olan tek şey kendimize güvenmek. Bizim her şeyimiz var. Paramız, insan gücümüz, eğitimimiz her şeyimiz var. Biz kendimize bunu yapabileceğimize inanmıyoruz. Gerçekten inanırsak, ben bunu yaparım dedin mi, destekte buluyorsun yardımda buluyorsun, para da buluyorsun bütün bunları hepsi bizde var.

Kendimize güvendiğimiz zaman, kendi ürünümüze de güveneceğiz. “Ben bunu yaparım.” diyeceğiz. Markların çıkması ise çok önemli.

Sanayi 4.0’la birlikte kısa, orta ve uzun vadede neler bekliyor bizi? Riskler nedir?

Riskler çok büyük. Sanayi 4.0 insana ihtiyaç duymayan bir yapı. Yapay zeka benim yaptığım her şeyi yapabiliyor. Ama benim bilgim ona yüklendiği için bunu yapabiliyor. Benim davranışlarımı algoritmasına aldığı için benimle ilgili her şeyi yapabiliyor.

Bunu Amerikalıya uygularsın çünkü davranış biçimi birbirine çok yakın. Batılıya uygularsın davranışları birbirine çok yakın. Ama bunu Türk’e uygulayamazsın. Biz burada 35 kişi olalım, en az bir tanesi herkesten farklı saçma sapan şeyler yapar. Dolayısıyla bizde o sistem çalışmayacak. Çünkü biz o çalışmayacak olan adamı arıyoruz zaten. O noktada bir insana ihtiyacımız var.

Sanayi 4.0’ın getirdiği robotik davranış biçimi var olan insanı limitliyor. Ama insanoğlunu insanoğlu yapan şey yaratıcı gücü. Gelecek hakkındaki inanılmaz düşünce yapısı. Onu limitleyemiyor. Onu taklit edebilmek için yapabilecekleri bir şey yok şu anda.

Yeni sanayi sisteminde hala işimiz olmasını istiyorsak, gelecekle ilgili vizyon sunmak zorundayız. O zaman robotun yapamadığı bir şeyi yapıyor olacağız. O anlamda insana ihtiyaç var. Robot var olan durumu taklit ettiği için hep var olan durumda kalır. Ama ileriye geçebilmek için ileriyi düşünen birisine ihtiyaç var. Robot hep o anlamda bir insana ihtiyaç duyacak. Ama o insan, onların sayısı çok az.

Geride kaldıysak demek ki bir şeyi doğru yapamadık. Neyi doğru yapamadık? Bir kere bunu teşviklerle yaptık. Sorun finansman değildi. Sorun; vizyonu olan, geleceği gören insanlardı. Büyük bir fabrika yapmak istenildiği zaman engelledik. Niye engelliyorsun. Engelleme kocaman yapsın.

Sorun hiçbir zaman para değil, sorun her zaman üretim yapmak isteyen ve bunu yapabilecek beceriye sahip insan gücü. Biz sadece insana yatırım yapmamak için hep kenardan dolanıyoruz. Şimdi Ar-Ge’ye teşvik veriyoruz. Hep parasal şeylerle konuşuyoruz. Çünkü insana yatırım yaparsak bunun getirisi 15 sene sonra, kimsenin o kadar vakti yok. Oysa o vakti bir kere alsak bir daha hiçbir şeye ihtiyaç olmayacak zaten.

Başarısız derken kastettiğimiz bugün biz Batı’yla aynı sanayileşme noktasında değiliz noktasıysa, sebebi bizim her şeyi parasal problem olarak görüp, parayla çözmeye çalışmamız bence.

 

İçeriğe Yorum Yapabilirsiniz.