“OSTİM Gibi Yerler Batıda Teşvik Ediliyordu"
“OSTİM’e Emek Verenler” başlıklı söyleşilerimize, Zeki Sayın’la devam ediyoruz. 60’lı yılların sonundan itibaren bölgeye hizmetler veren Sayın, aynı zamanda Türk bankacılık sektörünün yakından tanıdığı yöneticilerden… Yaklaşık 50 yıldır, sektörde iz bırakan çalışmalara imza atan Sayın, OSTİM’in sanayi arenasına çıkışında da “oradaydı”.
Zeki Sayın, dayısı merhum Cevat Dündar’ın yaşattığı Ahilik geleneğiyle öğrencilik yıllarında tanışmış… Ulus Tenekeciler Sokağı’nda zaman zaman atölyeye de inen Sayın, OSTİM’in mihenk taşı sayılan Mahdut Mesuliyetli Ankara Küçük Sanayi Sitesi Yapı Kooperatifi’ne dayısına verdiği 5 Lira ile üye olmuş.
OSTİM’in büyüme adımlarının fiilen içinde olan Sayın, Turan Çiğdem başkanlığındaki yönetimin aldığı kritik kararların fikri altyapısını oluşturan kadroda yer aldı. Zeki Sayın, kamudaki üst düzey görevleri sırasında devletin kurduğu ilk faizsiz banka olan DESİYAB’ın da (Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası) mimarlarından.
Duayen isim, görevde olduğu yıllarda OSTİM projelerinde yaşadıkları sıkıntıları ise şu cümlelerle özetledi: “Açıkçası, Amerika gibi ülkelerde böyle yerlerin yapımı teşvik edilirken, bizde bürokrasi mümkün olduğu kadar mani olmaya çalıştı. Önce çok uzak dedikleri yer, sonra şehrin içinde kaldı. Her defasında planlamada bize mani olmaya çalıştılar.”
Zeki Bey, sizi tanıyabilir miyiz?
Kırşehir’in Mucur İlçesi’ndenim… Ankara’da doğdum. İlk ve orta öğrenimini Mucur, lise tahsilini Kayseri’de 1962 yılında tamamladım. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Maliye İhtisası’ndan Temmuz 1966 döneminde mezun oldum. 1967’de Müfettiş Yardımcılığı görevi ile bankacılık sektörüne girdim.
Dayınız merhum Cevat Dündar’dan başlayalım… Daha sonra kooperatifsürecini dinlemek isteriz…
Ben talebeyim… Dayım Cevat Dündar’ın Ata Sanayi’nde Demirciler Derneği vardı, oranın başkanı idi. Ata Sanayi’yi de zamanında dayım kurmuş. Kendisi çok müteşebbis, çok hareketli biriydi. Ulus Tenekeciler Sokağı’nda atölyesi vardı. Üniversite tahsili yaparken Tenekeciler Sokağı’ndaki işyerine gelir, hem dayımı dinler hem de atölyede boru da kıvırırdım.
Dayım oranın yeterli olmadığını görüp anladıktan sonra, daha büyük bir sanayi sitesi arzusuyla kooperatifi kurmuş. Üniversite son sınıftaydım, kendisini ziyarete geldim. Bana şunu sordu: “Paran var mı? Ben de, 5 Liram olduğunu söyleyince “Ver o 5 Lira’yı bana.” dedi. Kendisine teslim ettim. “Ben seni, kurduğumuz kooperatife üye yaptım.” açıklamasında bulundu. “Peki, ne yağacağım dayı?” sorusunu yöneltince, “Okulu bitirdikten sonra ne yapacaksın, en azından hırdavat işleriyle ilgili dükkan açarsın.” cevabını aldım. Meseleye bir esnaf gözüyle bakıyor. Gidersin bürokrat, memur olursun değil.
Bankacılık kariyeriniz nasıl başladı?
Okulu bitirdikten sonra yine dayımla temas halindeydim. Muhasebe stajı isteğimi ilettim. Mali müşaviri Osman Bey’in yanına gönderdi. Gittim, tanıştım, bana bir masa verdiler.
Ben muntazam şekilde heyecanla işe geliyorum. Osman Bey, benim tutum, davranış ve çalışmamı takip ediyormuş. Dayımı da çok sevdiği için yetiştirmek istiyor. Fakat benim derdim Avrupa’ya gidip master yapmak. Babam, okulu iyi derece ile bitirsem mastere göndereceğine söz vermişti. Yabancı dilim Fransızca olduğu için Fransa’ya gitmek istiyordum. Birkaç puanla ‘pekiyi’ yerine ‘iyi’ derece ile mezun oldum. Babamın yanına gittim ve dedim ki: “Ben iyi ile bitirdim, gönderecek misin?” Fransa ile yazışmalarımın sonucunda da ‘kabul’ gelmişti. Ancak rahmetli annem müsaade etmedi. İmtihana giriyorum, o zaman bu bilgiye vakıf değiliz; anne istemezse olmaz. İnadına Avrupa’ya gitmek istiyordum ama sonuçta kaybettim.
1967 yılında arkadaşlar beni zorla Ziraat Bankası müfettiş muavinliği imtihanına yazdırdı. İşin şakasındayım, asıl amacım Avrupa’ya gitmek. Yazılıyı kazandım. Mülakatta yine işin gırgırındayım. İçeri girdim. Ben rahatım, soruları yanıtlıyorum ama hala işin gırgırındayım. Ekonomi hocasıyla tartışmaya başladık. Kapitalist, sosyalist nizamları tartışıyoruz. “Sen nereden okudun bunları?” dedi. Hala kazanacağım heyecanı yok bende.
Sınav sonucunu öğrenmek için 5 gün sonra bankayı aradım. Telefona çıkan görevli, hafif sitemle, “Nerdesin! Sınavı kazandın, ortada yoksun. Buradaki herkes, ‘Ya bu arkadaş bizi beğenmez.’ diye umudunu kesti.” dedi. Evraklarımı tamamlayarak 4 Şubat 1967’de göreve başladım.
Müfettiş yardımcısı olarak adım attığım kariyerimin ilk yıllarında, Anadolu coğrafyasının bir çok bölgesine gittim. Ziraat Bankası’nda sekiz sene müfettişlik, iki sene de Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptım. 1974’de Vakıflar Bankası’na Genel Müdür Yardımcısı olarak geçtim.
Kamu görevlerimi sürdürürken üyesi olduğum Mahdut Mesuliyetli Ankara Küçük Sanayi Sitesi Yapı Kooperatifi’nden düzenli olarak aidat ödemeleri için yazılar geliyordu. Biz de aidatları aksatmadan gönderiyoruz, işin başında da dayım var. Kooperatif nasıl gidiyor, hiç bilmiyoruz. Vakıflar Bankası Genel Müdür Yardımcısı iken de aidatları ödemeye devam ediyorum. Hem müfettişliğim hem de genel müdür muavinliğim sırasında ‘faizsiz banka’ konferansları veriyorum. Dayım da Demirciler Derneği’nde ‘Sandık’ adıyla faizsiz sistemi kurmuş. İhtiyacı olana para veriliyor, sadece masraf alıyorlar. Dayım da benim konferanslarımdan haberdar olmuş, beni çağırdı. “Ben burada faizsiz sistemi uygulamaya çalışıyorum. Sen de konferanslar veriyorsun, bunu beraber çalışalım.” dedi.
Beraber bu konu üzerinde düşünceler geliştirdik. Baktım çok güzel bir ilerleme var, bunu banka haline getirmek çok önemli diye kanaat oluştu. Fakat dayımın ömrü vefa etmedi. Bir gün bankadayken dayımın Bolu yolunda kaza geçirdiğini öğrendim. Bizzat kaza yerine gittim. Araba yuvarlanmış ve dayımın vefat etiğini öğrendim. Ondan sonra Turan Çiğdem Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Kendisiyle de irtibat kurduk ve OSTİM’de Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev aldım.
‘OSTİM’ isminin ortaya çıkışını anlatabilir misiniz?
İşletmeler Bakanlığı’nda birinci derecede müşavirim. O zaman kooperatifte de Murahhas Üye oldum. İkinci Başkan da Fehmi Bey… Kooperatif ismi uzun oluyor derken yeni isim arayışına girdik. Fehmi Bey’le isim düşünmeye başladık. İsimleri yazıyoruz, kısaltıyoruz… Nihayet, Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi olarak OSTİM ortaya çıktı ve bu isimde karar kıldık. İsmi verelim ama Yönetim Kurulu’nda nasıl onaylatacağız? Turan Bey’e kabul ettirmek zor. Fehmi Bey’le anlaştık ve Yönetim Kurulu toplantısında gündeme taşıdık. Dedik ki, “Sayın Başkanımızın fikri çok güzel. Kendisi böyle bir şey olmasını arzu etti.” Turan Başkanımız da, “Tabi, çok güzel.” dedi. Aksi takdirde biz getirmiş olsak, “Olur mu, nereden çıktı bu OSTİM!” denilecek, ondan sonra da kabul ettirmek çok güç.
Bundan sonra işin tanıtım aşaması var… Osman Aydın arkadaşımıza logo yaptırdık. Her gittiğimiz yerde OSTİM’i söylüyor, yaymaya çalıştık. Osman Aydın, Hicaz’a gitmiş… Hac zamanıydı herhalde, oradan “Ne kadar biliniyoruz?” diye test etmek için “Turan Çiğdem/OSTİM – Türkiye” adresli mektup yazmış… Mektup geldi.
Zamanla ufak tefek yerleşmeler başladı. Burayı tanzim ederken her bölgeden blok yaptık. Daha sonra çekeceğimiz kurada, zarar olmasın diye erken ödeme sistemini getirdik. Erken ödeme sistemiyle parça parça; her kurada her bölgeden çıkma olanağı verildi. Böylece OSTİM gayet güzel tanındı.
Bütün bu kuraların şerefiyesi, çekilmesi ve tanziminin hepsini ben yaptım. Yan yana çekmesi için dilatasyon olmayacak, düz yer olacak. Önce üçlülere geçtik, yazıyoruz: “Yanındaki çekilmişse önce sağa yürüyecek. Orada dilatasyon varsa sola yürüyecek. Sol çekilmişse yeniden çekecek.” Bu şartları bütün kaydettik. Başkan Turan Çiğdem, “Tamam Müslüman sen iyi bilirsin bunları yap.” dedi. Bütün yük bizim üstümüzde. Bu arada devletle de işimiz var; otobüs, banka gelecek, buradakilerin ihtiyacı…
Zaman zaman Turan Bey bana, “Müslüman hadi şuraya gidiyoruz” diye seslenirdi. “Gidiyoruz ama genel müdürün kapısında bekliyoruz.” derdim. Sayın Çiğdem de, “Sen zamanında kapıyı çok beklettin, şimdi de sen bekle bakalım.” esprisini yapardı.
OSTİM yönetimindeki görev süreniz boyunca neler yaşadınız? İnşaat ve altyapı çalışmaları nasıl oldu? O dönemlerdeki zorluklar neydi?
Bir gün OSTİM’deki işlerle ilgili Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer’i ziyarete gittik. Dinçer’den, “Orası bütün zenginlerin yeri, elimden gelse hepsini devletleştiririm. Bir de onlara asfalt mı dökeceğiz yol mu yapacağız?” şeklinde beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaşmıştık…
80 ihtilalinin ardınan Küçükkarınca Paşa belediye başkanı oldu. Belediyeye gittik, taleplerimizi anlatmaya çalışıyoruz, bize karşı koyuyor. Fehmi Bey’le ikimiz çıktık yanından, Turan Bey çıkmadı tabi; ona hücum ediyor. Paşa, “Şimdi adamları çağırırım sizi yaka paça gönderirim.” diyor. Derdimiz; yol genişlesin, imkanlar sağlansın idi. Bir de buranın tanınması için diğer yerlerden esnafların gelmesi lazım. Küçükkarınca Paşa teftişe gittiği sanayi sitelerine “OSTİM’de yer var, oraya gidin.” diyor. Paşa esnafa talimat veriyor. Esnaf dinler mi talimatı? Ama zor kullanıyor hakikaten.
Yavaş yavaş yerleşimler başladı, yolu genişleteceğiz, Atatürk Orman Çiftliği’ne gittik. “O yol Atatürk’ün, değiştiremezsiniz.” dediler. “Etmeyin, burası daracık yol. Ne yapacağız?” Görüş, görüş, görüş... Biz, “Bari yolu düzleyelim. Tel örgüyü alalım” teklifini sunduk. Bu arada elektrik direği dikiliyor. “Arkadaş dikmeyin, burası genişleyecek…” Müteahhit, “Bana ne kardeşim sök derlerse sökme parası alırım. Yap derlerse yapma parası alırım.” diyor. Yolun greyder geçip düzenlenmesi için Başkan Çiğdem, Köy İşleri Bakanlığı’na gitti. Bakanla görüşüldü, konuyu müsteşar yardımcısına havale ettiler. Bir süre sonra Atatürk Orman Çiftliği’ni ikna ettik, tel örgüleri kaldırdık. Greyderi geçirdik. “Tel örgüleri yerine takalım mı? Yoksa bunların çimento masrafını biz size verelim mi?” diye sorduk. “Bize verin, yaptırırız.” yanıtını aldık. Çok sevindik, gerekli malzemeyi teslim ettik, kendiliğinden yol genişledi.
OSTİM’e yol geliyor ama bir de tepe var, tepeyi nasıl aşacağız? Tepede de İller Bankası’nın bir fabrikası var (TEMSAN). Her toplantıda nasıl olacağını tartışıyoruz. Ben bürokratik bilgimi anlatıyorum. Başkan çıraklıktan gelmiş yetişmiş, esnaf tavrını koyuyor ortaya. Buranın yetkilileriyle görüşme ve “Bu tepeyi indirelim ortak masrafa katlanalım. Sizin fabrikanız da ortaya çıksın, görünsün.” Önerisini sunduk. Görüşmelere başladık. Bir anlaşma yaptı Başkan; masrafların yarısını bizim vermeniz üzerine mutabık kalındı ve tepeyi düzledik.
Tabi zaman zaman Turan Bey’in önüne geçenler oldu; “Seni öldürürüm” denildi. Öyle durumlar oldu ki kolay değil yani. Bürokratı da karşı çıkıyor, “Ankara’nın dışında yer mi kurulur?” Ankara’nın dışında, “Ya deli misiniz?” gibi sözler işitiyoruz.
'KREDİ ALIN' ISRARI
Devlet büyüklerinin ve bürokratların sık sık OSTİM’e geldikleri ifade ediliyor. Bölgenin gelişmesinde bu ziyaretlerin etkisi oldu mu?
Tabi. Bürokrat olduğum için bakanları genel kurullara getiriyorum. Koalisyon devresinde genel müdür muavinliği, genel müdürlük yaptığım için onları tanıma imkanımız oldu. Gidip davet ediyoruz. Onlar da esnafa hitap edebilmek için koşup geliyorlar.
Devlet erkanı, “Sanayi siteleri yapıyoruz.” diyerek, konuk devlet başkanlarına, bakanlara burayı gezdiriyorlar. Ama bakıyorlar hiçbir katkıları yok. Devletin katkısını somutlaştırabilmek adına “İşte biz şu kadar da kredi verdik.” diyebilmek istiyorlar. Sanayi Bakanlığı sıkıştırmaya başladı: “Kredi alın, kredi alın…”
Düşünüyoruz, işin içinde faiz var krediye nasıl girilecek? Buna karşın ısrarla diyorlar ki, “Biz OSTİM’i gezdiriyoruz, katkımız yok.” sonunda altyapı kredisi kullanmayı kararlaştırdık. Krediye müracaat edince Sanayi Bakanlığı’ndakiler, “Burada esnaf olmayan da var, kredi alabilmeniz için bunların çıkması lazım.” şartını koymuşlar. Turan Bey buna karşı koymuş: “Yüzbin de fazla verseniz ben bunları çıkartmam. Çıkartırsam, paralarını götürüp yazlıkta deniz kenarı bir daireye verecekler, esnafa versinler ki yarın bir çırak kalfa olduğu ve dükkan açtığı zaman bunların dükkanını kiraya tutsun.” ifadelerini kullanmış. Biz dürüstçe hareket ediyoruz, Turan Bey, “Müslüman listenin hepsini vereyim mi?” diyor, ben de “Ver” diyorum. Nihayet kredi çıktı. İmar İskan Bakanı’yla arabanın üzerinde bile imza attığımız kararlar oldu.
Bize bir kredi verdiler. “Şunu bloke ediyoruz, bunu ipotek edeceğiz…” derken usandık! Parayı toplayınca götürüp kredi borcunu ödedik, “Bizle ilişiğinizi kesin.” diyerek kurtulduk. Ama yine “Gelin, gezdirin.” dedik.
“BÜROKRASİDEN YARDIM GÖRMEDİK”
Açıkçası, Amerika gibi ülkelerde böyle yerlerin yapımı teşvik edilirken, bizde bürokrasi mümkün olduğu kadar mani olmaya çalıştı. Önce çok uzak dedikleri yer, sonra şehrin içinde kaldı. Her defasında planlamada bize mani olmaya çalıştılar. Yani bürokrasiden yardım görmedik. Gidip görüşülen genel müdür, müsteşar ve diğer bürokratlar otorite koymak istiyordu.
Fehmi Bey’le sıkıntılarımızı aktarmak için isim düşünürken, aklımıza Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren geldi. Turan Çiğdem, “Müslüman siz bu işleri bilirsiniz randevu alın.” dedi. Bir Fehmi Bey telefon ediyor bir ben ediyorum, nihayet randevu aldık.
Gittik, girdik içeri. Kenan Evren kim olduğumuzu sordu. Turan Bey makineli tüfek gibi saymaya başladı: “OSTİM harpte, seferde şu işleri yapacak, şöyle olacak…” Paşa, “Yahu durun, ben uçakla geçerken soruyordum ‘burası nere?’ diye OSTİM miymiş?” dedi. Turan Çiğdem yine anlatmaya başladı: “OSTİM Paşam. Harpte, bodrumlarda silah imal ederiz. Şu kadar insan çalışacak, şu kadar iş yeri var…” Evren de “Dur yahu niye bu kadar hızlı anlatıyorsun? Size 1 saat ayırdım.” karşılığını verdi.
Bana döndü, “Ben seni tanıyorum.” dedi. Ben müşavir olunca Güvenlik Akademisi’nde 3 ay kalmıştım. Akademi’den Genel Kurmay’ı ziyarete geldiğimizde, ziyaretçiler arasında ben de vardım. Bunu söyleyince hatırladı. Yanından ayrılırken, “Oraya sahip olun. Ne derdiniz varsa bana anlatacaksınız.” dedi.
Kendisini OSTİM’e davet ettik. Söz verdi ve ihtilalden önce geldi, gezdirdik. Şantiye binamız küçük bir barakaydı. Onun önünde, “Bir resminizi çekeyim paşam.” dedim. Turan Bey yanına yaklaştı, birlikte resimlerini çektim. Giderken de aynı sözleri tekrarladı: “Derdinizi bana anlatacaksınız.” İhtilal yaptı, yine OSTİM’e geldi.
İşler hızlandı mı o zaman?
Evet… Bizi dinlemeyen kimse yok. Rapor veriliyor; problemleri çözmeye çalışıyoruz…1983’te İstanbul’a gittim. Turan Bey yine göreve devam ediyor. Ankara’ya gidip geliyorum, genel kurullarda divan başkanlığı yapıyorum. OSTİM iyice tanındı. Turgut Özal ziyaret ediyor, devamlı methediyor. Turan Bey devamlı gidip geliyor, onlarla görüşüyor. Bu kadar meşhur olunca OSTİM’e ilgi arttı. Şunu hemen söyleyebilirim ki; OSTİM’in bu hale gelmesinde Yönetim Kurulu Başkanlarının her birinin ve Yönetim Kurulu Üyelerinin çok çok büyük hizmetleri ve fedakârlıkları oldu. Dürüst çalışmak her zaman müspet yönde meyvesini verir. Halen de güzel ve verimli yolda yürümeye devam ediyor. Rahmetli dayım Cevat Dündar’ın burayı kurarken "Size işyerinin dışında bir de diş kirası vereceğiz’’ dediği gerçek oldu. Ortaklar artık değerlerden diş kiralarını aldılar. Halen de nemalardan faydalanıyorlar. Demek ki dualı bir kuruluş olmuş.
İşletmeler Bakanlığına Müşavirliğe getirildiğim zaman bürokratik görevim pasif hale gelmişti. Bir arkadaşla dışardan sermaye ortağı olarak esnaflık yapmak istedim; sunta satış yeri açmaya niyetlendim. Nitekim de açmıştık. Aradan bir zaman geçince Başkan Turan Çiğdem, OSTİM (O tarihte ismi OSTİM değildi) Yönetim Kurulu’nda görev almamı istedi. Düşündüm… Dayımın kurduğu bir kooperatifte görev almam ve onun hatırasını yaşatmak benim için iyi olacaktı. Kabul ettim ve Genel Kurul’da seçilerek vazife taksiminde de Murahhas Üye olarak çalışmaya devam ettim. Aynı zamanda da İşletmeler Bakanlığı’nda Bakanlık Özel Müşavirliğim devam ediyordu. Zira Kooperatifte vazife almak kanunen yasak değildi. O tarihlerde hatırladığım kadarıyla hükümet değişikliği olmuştu. O zaman da bana Genel Müdürlük teklifleri geliyordu. Turan Bey bunu duyunca, “Müslüman sana yine telefon fazlalaştı bir işaret mi? geldi Genel Müdürlük falan.” “Nerden biliyorsunuz?” diye sorardım. “Eee, boşuna telefon gelmiyor.” derdi. Böyle neşeli günlerimiz geçiyordu.
Dayımdan dinlemiştim; Ankara Belediye Başkanı Vedat Dolakay, kendisiyle karşılaşıyor. “Bunu nasıl becereceksin? Yahu ben deliydim ama sen benden delisin, buralara kurulur mu?” demiş o zaman. Burada sanayi sitesi kurulması düşünülünce, köylüler arazileri satmıyoruz demişler. Yani 10’a alınıyorsa “Biz satmıyoruz 25 istiyoruz.” şeklinde ısrarcı olmuşlar.
Bir ara, “Sanayi sitesi kurulacak yerin arazilerini geri satıyorlar.” şeklinde bir haber yayınlandı. Dayım, röportajında, “Olmuyor, artık satıyoruz.” demecini vermiş. Köylüler bunu duyunca bir emlakçıya, “Sen topla.” talimatını vermişler. Herkes bu defa, “Tamam arkadaş eski fiyatına satıyoruz.” demiş. O emlakçı da toplayıp getirip derneğe veriyor. Kadının birini de çağırmışlar, tarlasını almışlar, paraları da bozdurmuşlar 10’ar liralık, 5’er liralık. Kadın başörtüsünü açmış, paraları getirmişler oraya yığmışlar, bir de resim çektirmişler: “İşte tarlamı sattım, paramı aldım.” Herkes bunu görmek istiyor. Zannedersem burası 3 bin dönüm… Bu şekliyle buraya sahip olundu.
“MÜTEŞEBBİSLİK HEYECAN İSTER”
Yeni dönem sanayicilere, girişimci adaylarına nasıl bir yol haritası çizersiniz?
OSTİM’in çok güzel bir yol aldığını, OSTİM’de her şeyin yapılabileceğini, buradaki çalışan arkadaşlar gösteriyor. Ama bu işlemleri yaparken bir defa hedeflerinin çok büyük olması lazım. Müteşebbis olmak kolay değil, müteşebbislik heyecan ister, bu heyecanın yanında müspet yönde hırs ister, disiplin ister. O heyecanla işin başında mutlak bulunması, araştırma yapması gerekiyor. Sonra da finans durumunu çok iyi idare etmesi lazım. Bütün büyük ve küçük işletmelerdeki sıkıntı; paranın kullanılması problemidir. Bir müessesenin, parayı kullanacak kişiyi iyi seçmesi lazım. Genellikle bana gelen problemlerin başında bu durumu sıkça görüyorum. Krediyi alabiliyor, krediyi aldığı zaman yönetme şeklini bilmiyor. Bir müddet sonra işletme sermayesinde sıkıntı çıkıyor, tekrar müracaat ediyor zor durumda kalıyor. En küçük esnafından en büyüğüne kadar önce parayı kullanmasını bilmesi gerekiyor.
Parayı kullanmayı öğrendikten sonra maliyet hesabını yapıyorsa, muvaffak olmaması mümkün değil. Maliyet hesabını yapacak ve parayı kullanacak. Yetenekli insanları bulmak mümkün. O yetenekli insanlardan hem parayı kullananı hem de lisan bileni bulabilirsiniz. Girişimcilerin işin başında olmaları ve cevizin büyüdüğü gibi büyümeleri gerekir. Ceviz içini doldura doldura büyür. Önce kabuğu büyüyüp sonra içini doldurmaz. Bunu hiç akıldan çıkarmasınlar.
Diyaloğu eksik etmesinler. Kredi almıştır esnaf, zanaatkar. Zaman gelir kriz olabilir, ödemesi gereken taksidi ödeyemeyebilir. Ödemediği zaman da krediyi aldığı yerle irtibatını kesmemeli. İrtibatını keserse krediyi verende bir endişe meydana gelir takibe geçer. Halbuki devamlı “Ben yaşıyorum, ben buradayım.” imajını verdiği zaman, krediyi veren müessese yardımcı olur. Görünmediği takdirde endişe doğar ve takibe geçer.
DEVLETİN İLK FAİZSİZ BANKASI: DESİYAB
1977’de DESİYAB (Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası) kuruldu. Bu bankanın ana sözleşme çalışmasını yaptım. DESİYAB, devletin kurduğu ilk faizsiz bankadır. Bizi epey uğraştırdı. Koalisyon devresinde bunun kabulü çok zor. Biz, kar-zarar ortaklığıyla çalışacağını söylüyoruz fakat Adalet Partisi, “Zarar kelimesini kaldırın.” diyor. Nihayet, Bakanlar Kurulu’ndaki görüşme maratonunun ardından 2 ay sonra ‘zarar’ ifadesi kalktı ‘kar ortaklığı’ diye bir banka kuruldu. İlk Genel Müdür Ahmet Cebeci Bey’dir. Koalisyon değiştikten sonra da aynı görev bana tevdi edildi.
1978’deki koalisyon hükümeti, DESİYAB’ı İşletmeler Bakanlığı’na bağladı. Bakan Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu’na ziyarete gittim, “Sayın Bakanım, hem tanışalım hem vedalaşalım.” dedim. “O ne demek?” karşılığını verdi. Ben de “Sayın Bakanım siz yeni geldiniz, bir ekibiniz var, beni daha evvelkiler getirdi.” dedim, ısrarla birlikte çalışacağımızı ifade etti. “Çalışamazsınız Bakanım, sizi zor durumda bırakırlar.” dedim. Benimle çalışmak için 4 aydan fazla direndi. Sonra bir genel müdür tayin ettiler, biz ona teslim ettik.